Kriz | Konular | Kitaplar

Terhis oldu, Denizli yolunda Deniz Gezmiş’le karşılaştı

Ne babasının işini kurması için O’na verecek kadar çok parası vardı, ne de O’nun iş kurmak için bir birikimi. Belki parası yoktu ama hep yanında olan şansı, bir de dağları delecek kadar güçlü azmi vardı. O şans ve azim de Kuran Kursu Eğitmeni Süleyman İlgeri’yi sıfırdan zirveye taşıdı.

Askerlik dönüşü Kuran kursu eğitmenliğine dönüş için hemen başvuru yapmaması O’nu bir süre işsiz bıraktı, babasından harçlık almasına yol açtı. Ama o gecikme patronluğa giden yolu da açtı aynı zamanda.

Hep kendisine yardımcı olan birileriyle karşılaşması tesadüftü. Tıpkı karlı kış günü otobüslerin bile ilerleyemediği yolda, 12 Mart sonrası Ankara’dan Nurhak’a gitmek üzere ayrılan, olumsuz hava koşullarına rağmen motosiklet ile ilerleyen Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan ile karşılaşması gibi.

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın babasından yıllar önce aldığı taktikle, yolda yürümenin bile cesaret istediği günlerde milyonlarca lira parayla seyahat etmesi, Denizli sanayisinin kilometre taşlarından Denteks’in kuruluş öyküsü ve kendi işini kurması. İşte Tavas’ın Garipköy’ünden çıkan ama garip kalmayan Süleyman İlgeri’nin kendi anlatımıyla yaşam hikayesi.



SÜLEYMAN İLGERİ KİMDİR?
1948’deTavas-Garipköy’de doğdu. İlköğrenimini Garipköy’de tamamladıktan sonra hafızlık okuluna gitti. Dört yıllık eğitimin ardından dışarıdan sınavla ortaokulu bitirdi. İstanbul’da eğitimini aldığı hafızlıkla ilgili bir üst kademeyi tamamladı. Afyonkarahisar’ın Sultandağı ilçesinde Kuran kursu öğretmenliği yaptı. Vatani görevini Tunceli-Hozat’ta ifa etti. Süresi içinde başvuruda bulunmadığı gerekçesiyle Kuran kursu öğretmenliğine yeniden atanması için sınava girmesi istenince, iş hayatına atıldı. Çeşitli şirketlerde yöneticilik ve ortaklık yaptı. Denizli Sanayi Odası Meclis Başkanlığı, İl Genel Meclisi Üyeliği, siyaset ve sivil toplum kuruluşlarından üstlendiği görevlerden bazıları. Halen ortakları arasında kardeşlerinin de bulunduğu Asil Nakış Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanı olarak iş hayatını sürdürüyor.

12 MART MUHTIRASI’NDAN HABERİ YOK
Biyografinize bakıldığında, yaşamınızın askerlik öncesi bölümün eğitim ve eğitmenlikle geçmiş olduğu görülüyor. Hayatınızdaki değişim ise terhisinizle birlikte başlamış gibi?

Askeri müdahalelerin ikincisi sayılan 1971’deki 12 Mart Muhtırası’nın verildiği dönemde vatani görevimi tamamladım. Arkadaşlarımla, komutanlarımla vedalaşıyorum. Tabur Komutanımın yanına gittiğimde, anlayamadığım bir ifadeyle karşılaştım. Bana sert bir ifadeyle “Derhal burayı terk et” diye çıkıştı. Şaşırdım… Neden böyle davranıyor, çözemiyorum bir türlü. Baktı ki ben hala oradayım, inzibatları çağırarak “Bunu kışlanın dışına çıkarın” talimatını verdi. Bu emirle beni kışlanın dışına çıkardılar.

O günü hava çok soğuk, çünkü yoğun bir şekilde kar yağmıştı. Askerlik yaptığım Hozat, Tunceli’ye uzak ve devamlı ulaşım yok. Nasıl gideceğim diye düşünürken Tunceli’den müşteri getiren bir taksi gördüm. Dönüşte beni götürüp götüremeyeceğini sordum şoföre. Kabul edince onunla Tunceli yoluna düştük. Ancak karda bir türlü ilerleyemiyoruz, araç sık sık kayıyordu. Değirmendere’den çıkamayınca mecburen Hozat’a geri döndük.



Eskiden Hozat’ın içinde subay, astsubay ve eşleri bir şekilde görülürdü. Ama o gün ortada kimse yok, sokaklar bomboş. Olağanüstü bir durum sözkonusu ama ben çözemiyorum. Bu sırada aynı taburda görev yaptığımız bir çavuşu gördüm. Ona “Ne oldu, dışarıda kimse görünmüyor?” diye sordum. Oda, ben ayrıldıktan sonra “kırmızı alarm” verildiğini söyledi. “Herkes görev başında, kimse kışla dışına çıkamıyor” diye ilave etti.

Ben memlekete gideceğim ama nasıl? Bunu düşünürken bir otobüs geldi. Ona binip Elazığa’a doğru yola çıktık. Oraya ulaşabilsek gerisi kolay. Uçağa binip Ankara’ya geleceğim. Ama yolda kaybettiğim zaman uçağı kaçırmama neden oldu. Eh bilette yanınca bize karayolu göründü. Garaja gittim, tesadüfen kendime bir bilet buldum. Bindik ve Ankara’ya doğru yola çıktık.

DENİZ GEZMİŞ İLE KARŞILAŞMA
Kayseri sınırları içinde güçlükle ilerlerken, karşımızdan motosikletli iki kişi geldi. “Bu adamlar delirmiş mi?” diye sorduk birbirimize. Çünkü doğru dürüst aracın geçmediği karla kaplı yolda motosikletle yol alıyorlardı. Biz bir müddet daha yol aldık ve bir akaryakıt istasyonuna geldik. Oradaki görevliler yolu gösterip “Bakın karşıdan araba gelmiyor. Yolda kalacağınıza Karayolları ekipleri yolu açıncaya kadar burada bekleyin” önerisinde bulundu. Yapacak bir şey yoktu, mecburen kaldık. Ekiplerin çalışmasıyla yollar açıldı ve otobüsümüz Ankara’ya ulaştı.

Yeniden otobüse binip Denizli’ye gelmek üzere yola çıkacağım. Okumak için birkaç gazete aldım. Haberleri okuyunca şaşırıp kaldım. O yolda karşılaştıklarımız Deniz Gezmiş ile Yusuf Aslan’mış meğer. 12 Mart Muhtırası’nın bende böyle bir anısı vardır.



KURU TEMZLEMECİDE İŞE BAŞLADI
Sivil hayat başladı. İş, güç ve yeniden düzen kurmak… Kolay olmamıştır herhalde?

Asker dönüşü köye gidip bir süre kafamı dinlemeyi planlamıştım. Öyle de yaptım. Marttan temmuza kadar Garipköy’de kaldım. Sonra da askerlik öncesi yaptığım Kuran kursu öğretmenliğine dönüş için müracaata gittim. Oradaki görevliler, “Senin Personel Kanunu’ndan haberin yok herhalde. Terhisinden itibaren 30 gün içinde müracaat etmen gerekiyordu” dediler.

Hakkımı kaybetmiştim. Yeniden dönüş için imtihanlara girmem söylendi. Bir anlamda başa dönmekti. Köye gittim, düşünüyorum. Askere gitmeden evlenmiştim. Eşim ve bir çocuğum var. E babadan harçlık istemek durumuna düştüm. Çok sıkıntı çektim. Baktım olmuyor, Denizli’ye gelmeye karar verdim. Kuru temizlemeci İbrahim Neriman yakın akrabamdı, onun yanına geldim. Sekiz ay kadar çalıştım. Ancak gördüğüm bazı şeyler benim prensiplerimle uyuşmuyor, ayrıldım.

İŞ HAYATINA GİRİŞİ OTEL İŞLETMECİLĞİYLE OLDU
İşten ayrıldınız, hazırda sizi bekleyen yeni bir iş yok. Ne yaptınız?

İbrahim Neriman’ın işyerine gelip gidenlerle tanıştım. Biraz muhit edindim. Kaleiçi’nin alt tarafından Hacılar Camisi’ne yakın bir yerde bir otel vardı, onu kiraladım. Ama benim çalışma anlayışıma ters bir durum sözkonusu. İnsanlar sabah işine gidiyor, biz ise eve yatmaya gidiyoruz. Bir yıl o oteli çalıştırdım.



İKİNCİ İŞİ MEŞRUBAT BAYİLİĞİ
Bu işe ısınamadım. Eskiden Cincibir diye bir meşrubat markası vardı. Onun bayiliğini yapan işi bırakmış. Abdullah Koloğlu, Süleyman Caner, Ahmet Efe ve ben, bayilik işine talip olduk. Başladık çalışmaya. O dönem telefon çok kıymetli, öyle kolay alınmıyor. Sıraya giriyorsun, torpilin yoksa 5-10 yılda ancaK çıkıyor. Benim otelden kalan telefonum var, çok işe yaradı.

Başladık çalışmaya. Fakat süreklilik yok. Şimdiki gibi insanlar bol meşrubat içmiyor. Yazın satışlar iyi ama kışın hiç satış olmuyor. Kışın fabrikadan 50-100 kasa istiyoruz, onlar bir kamyon gönderiyor. Yazın ise tam tersi durum. Bir kamyon meşrubat istiyoruz, 100 kasa gönderiyorlar. Bu yüzden iş rayına girmedi. Oradan da ayrıldım.

Akkonak Mahallesi’nde, Özcan Camisi’nin yakınında oturuyorum. Babadağlı arkadaşlarım var, onlarla oturup sohbet ediyoruz. Sigara dumanı rahatsızlık verdiğinden kahvehanelere giremiyoruz. Evlerde buluşmaya başladık. Hepsi 60-70’li yaşlarda, ben 23 yaşındayım. Onların hayata dair verdiği bilgiler benim ufkumu açtı. Çünkü hepsi kendi işlerinde başarılıydı. Bir yatırım yapmış, onu bir yerlere getirmiş kişilerdi.



TOSUNOĞLU İLE TANIŞMA DÖNÜM NOKTASI OLDU
Bir amca, “Bizim bir şirketimiz var. Küçükerler de bizim ortağımız. Onlar ayrılıyor, bize senin gibi birisi lazım. Bizim katip İsmail Tosunoğlu var, onunla çalışır mısın?” dedi. Ben işsizim çalışırım da İsmail Bey benimle çalışır mı? Tanıştırdılar ikimizi. Dedi ki, biz 10 ortağımız, 11’incisi sen olacaksın. Başladık çalışmaya. Benim hiç bilmediğim bir iş. Ama gösterilenleri dikkatle izliyorum ve çabuk öğrenmeye bakıyorum. Bir taraftan da fikirler veriyorum.

İplik ticareti yapıyoruz. Dokumacılara iplik satıyor, onların ürettiklerini alıyoruz. Onları bir marka altında paketleyip yurt içinde satıyoruz. Bir gün rahmetli İsmail Tosunoğlu’na “Biz bunları triportörlerle taşıyacağımıza bir araba alalım” önerisinde bulundum. Kafamızda eski bir Anadol otomobil alıp, arka tarafını keserek kamyonete dönüştürmek var. İsmail Bey, Aydın’da bir galerici tanıdığı olduğunu söyledi. Oraya gittik. Bir arabaya ihtiyacımız olduğunu anlattık, yardım etmesini istedik.

59 BİN LİRAYA ANADOL
Oturdu, galerideki üç arabayı gösterdi ve sonra da “Bu arabaları filinta gibi gençlere tavsiye etmiyorum” dedi. Aldı bizi, Şahinler diye bir firmaya götürdü. Sahibiyle tanıştırıp bize yeni bir araba vermesini istedi. Firma sahibi Yusuf Bey de hangisini beğenirsek vereceğini söyledi. Ama bizi düşündüren işin para kısmıydı ve ikimizde de yeni arabaya verecek para yoktu. Bizim durumumuzu anladı ve “öder gidersiniz” deyince rahatladık. Pazarlık yapıldı, bir Anadol pikabı 59 bin liraya anlaştık. Arabayı alıp Denizli’ye döndük.

Arabayla malları toplar, iplikleri sattığımız yerlere sevk ederken ben daha aktif bir duruma geldim. Rahmetli Tosunoğlu, beni İstanbul’a götürdü. Mal verdiği kişilere “Benim arkadaşımdır. Ortağımızdır, kendisine her türlü siparişi verebilirsiniz. Ödemelerinizi yapabilirsiniz” dedi. Daha sonra Ankara, İzmir, Bursa, Gaziantep, Adana’ya gittik. Bu ziyaretler bir hareketlilik getirdi işimize. Bütün bunlar 1973’ün sonları, 1974’ün başlarında oldu.



HAMAL GİBİ ÇALIŞTIĞI GÜNLER
İşimi çok seviyorum ama oldukça yorucu. Günde 8 tona yakın malı yüklüyorum, indiriyorum tek başıma. İşin aynı zamanda hamalıyım. Pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri mal sevkiyatı yapıyoruz. Sonra elime bond çandayı alıp Ankara’ya gidiyorum. Akşama kadar müşterileri dolaşıp, tahsilat yapıyorum, siparişleri alıyorum. Otobüse binip Samsun’a gidiyorum. İşimi bitirip Trabzon’a geçiyorum. Bir gece otelde yatıp, ertesi gün müşterileri ziyaret ediyor, paraları topluyorum.

10 MİLYON LİRAYI NEREYE KOYDU?
İyi de topladığınız o kadar parayı nasıl taşıyorsunuz?

Çantada, çuvalda!

Tehlikeli değil mi bu?

Tehlikeli olmaz mı? Sadece kendi şirketimizin parasını değil, oraya Denizli’den mal veren firmaların parasını da toplayıp geliyorum. Bana bir zarf veriyorlar, içinde dünyanın parası… Ateş üstünde gidip geliyorum. Bu 1978 yılına kadar sürdü.

Hiç unutmuyorum. 1978’in Mart ayıydı. Ankara’ya tahsilata gittim yine. Eskiden bir bankaya yatırıyor, blokeli çekle Denizli’ye dönüyor, parayı burada çekiyordum. Ama cumartesiydi o gün. Bankalar öğleyin tatile giriyordu ve ben yetiştirememiştim. Üzerimde müthiş para taşıyorum. O gün Anafartalar Caddesi’nde terör olayları olmuştu. Elimde bir çanta, içinde kurduğumuz şirketin sermayesinin yüzde 25’ini oluşturan miktarda para.



Rakam olarak ne kadar?

Düşünün 22 kişi bir araya gelmişiz ve 40 milyon lira sermayeli şirket kurmuşuz. Bu paranın yüzde 25’i yani 10 milyon lirası benim elimdeki çantada. Artı, çek ve senetler var. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın babası Hilmi Bey, benim çok iyi bir dostumdur. Onun yanına gittim çaresizlikten. Dedim ki, Hilmi Bey, ortalık çok karışık. Benim elimdeki çantanın içinde 10 milyon lira var. Dikkat çekiyorum bu çantayla. bana yardım et…

Kendirden yapılmış bir çuval getirdi. İçine paraları koyduk, boş çuvallarla onları kamufle ettik. Böylece boş çuval taşıyormuşum gibi bir görüntü sağladık. Garaja gittim, otobüse bineceğim; muavin “bunu otobüsün içine koyamazsın” diye tutturdu. Koltuğun altına koyabileceğimi söyledimse de kabul etmedi, bagaj diyor başka bir şey söylemiyor. Çaresiz verdim çuvalı, koydu bagaja. Fakat aklım hep çuvalda.

Çıktık yola, otobüs duruyor muavinle birlikte hemen bende iniyorum. Şoför arada bir durup “oğlum lastikleri kontrol et” diyor. Muavinle birlikte hop bende aşağıdayım. Muavin bana dönüp “Abi niye inip duruyorsun” diye soruyor. Ben de “Arkadaş, içeride sigara içiliyor. Rahatsız olduğum için otobüs durunca hava almak için iniyorum” cevabını veriyorum.



DENTEKS’İN KURULMASI
Bu bir yere kadar devam etti, sonra da tıkandı herhalde?

1978’e kadar, ben ve İsmail Tosunoğlu ile beraber 11 ortaklı bir şirketimiz vardı. Bizim işi yapan firma çok, rekabet kaçınılmaz. Baktık olmuyor, bir araya gelip şirket kuralım fikri ortaya atıldı. 30 kadar firma var, hepsine mektup gitti. Denizli Basma’nın sahibi Esat Abi (Sivri) “Sizlere ayrı ayrı mal yapmayayım. Benim 60 bin metre günlük kapasitem var. Bir araya gelirseniz tek kalemde hepsini çıkarırım” diyor bize. Bu bizi bir yerlere getirdi. 30 firmadan 8’i bir araya geldi.

Bu arada Ahmet Zorlu da emprime çarşaf üretimine girdi. “Bak Zorlu da başladı, biz de gecikmeyelim” diyerek, kolları sıvadık. Santral Mensucat diye bir firma var. Hem iç pazara ürün veriyor hem ihracat yapıyor. Ondan sonraki en büyük kuruluş da Denizli’de Denteks oldu. Denteks’in kuruluş tarihi 1 Temmuz 1978’dir. Bizim o hamlemiz yol gösterici oldu ve o yıl 100’e yakın anonim şirket kuruldu. Denteks’in kuruluşundan bir yıl sonra 5 katlı bir mağaza açtık. Ben o mağazanın müdürüyüm. İyi bir noktaya geldik, Türkiye’de sektörün söz sahiplerinden biri olduk.

100 BİN HAVLU SİPARİŞİNİN GELDİĞİ GÜNLER
Denteks geliştikçe mağazamızda satış da arttı. 1980’li yılların başında ihracata başladık. Rahmet Özal’ın iktidara gelmesiyle yurt dışına açılım başladı. Bunun sonucunda eline çantasını alanlar gelmeye başladı. “Bana 100 bin havlu lazım, var mı?” diye soruyor. Biz Denizli’nin en büyük firmasıyız, haftada 5 bin çarşaf üretiyoruz. Bu rakamları duyunca “ya 100 bini bilmiyor ya da havlunun nasıl üretildiğini bilmiyor” diyoruz içimizden.

Bir taraftan da duyduğumuz rakamlar çok cazip, iştahımızı kabartıyor. Ama kurulu bir fabrikamız yok. Denizli’de kurulu atölyelerde dokunuyor, oradan alıp baskısını tamamladıktan sonra piyasaya veriyoruz. Hatta öyle bir duruma geldik ki, sipariş diye gelenlerden çalışamaz olmuştuk. Bir ara camlara “ihracat için numune verilmez” diye yazmayı bile düşündük.



İTHALATÇILAR KAPIYI ÇALIYOR, ÜRETECEK TESİS YOK
Tabii bazı ciddi siparişler de gelmeye başlamıştı. Bir İngiliz firması geldi. Sipariş verecek ama önce tesislerimizi görmek istiyorlar. İyi de gösterecek tesis yok ki. Üretim yaptırdıklarımızın çoğu Göveçlik’teki dokuma atölyeleri. Bir kısmı da Kale’de.

Baktık ki, bu iş ciddi ve bir tesis kurmak gerekiyor. 1 Temmuz 1986’da Denizli Organize Sanayi Bölgesi’ndeki ilk tekstil tesislerinden olan Denteks’in temellerini attık. Önce Avrupa’dan kullanılmış tezgahlar getirdik. Bunlar bir ivme kazandırdı, tecrübe edindik üretimde. Baktık ki iyiye gidiyor. Geliştikçe pazar payımız artmaya başladı. Amerika’ya iyi bir ihracat kapısı açıldı. Ordu Pazarları’na da ürün veriyorduk.

İşler gelişiyor ama yetişmiş eleman sıkıntısı had safhada. Mesela gümrük beyannamesi açacak bir elemanımız yok.Asım Mumbuç vardı, Merkez Bankası’nın Şube Müdürü. Geliyor bize ihracatı anlatıyor. Güzel şeyler söylüyor da bu alandaki bilgi yetersizliği önemli sıkıntı yaratıyor. Bir de Osmanlı Bankası’nın Şube Müdürü Muammer Bey vardı, o beyanname doldurma konusunda bize epey yardımcı oldu. Burada Gümrük Müdürlüğü yok, İzmir’e gidiyor belgeler. Bu sorun 1985 ya da 1986’da Denizli’de açılan Gümrük Müdürlüğü ile bitecek diye düşünüyorduk. Ama öyle olmadı. İstasyon’da bir hangarı vermişler, müdürün masası bile yok. 3-5 gün oturdu, baktı sahip çıkan yok, bırakıp gitti. Sonunda sorunu çözmek yine sanayicilere düştü. Merkez Bankası’nın arkasında bir ofis bulundu. Tefrişatını yine bizler yaptık. Müdürün kalacağı evi bile kiraladık.



DENTEKS’DE İLK AYRILIKLAR
Bütün bunlar olurken müthiş talepler almaya başladık. Diyoruz ki, ön ödemesiz yapamayız. Gayrikabili rücu, yani dönüşü mümkün olmayan akreditifler açıyor. Bu şartlarla siparişler alıyoruz. Bornozculuğa böyle başladık. 100 bin bornoz siparişi aldığımız günleri biliyorum. Deneme yanılma yöntemiyle geliştik. Ancak Denteks’teki birlik beraberlik fire vermeye başladı. Birkaç ortağımız ayrıldı.

Bu ayrılıklar “kendi işimi yapıp, daha çok kazanayım” düşüncesinden mi kaynaklandı?

İşler büyüdükçe liderlik konusu ortaya çıkmaya başladı. Öyle olunca birkaç arkadaş ayrıldı. Şirkette çalışmayan şirket ortakları vardı. Çalışanlarda, “O dışarıda iş yapıp para kazanıyor, biz burada onun için çalışıyoruz” düşüncesi oluştu. Ben, 1991’e kadar Denteks’te kaldım. Orada büyük tecrübe ve müşteriler edindim. O müşteriler sayesinde bir kariyerim oluştu, kendime özgüvenim arttı.

Sonra tekstil firmalarının sayısı hızla arttı…

Başarılı örnekler, parası olanı bu sektöre çekti. Doktoru, avukatı, kömürcüsü, demircisi, müteahhidi, kuyumcusu bu işe girmeye başladı 1990’lı yılların başında. 3-5 kişi bir araya geliyor, tezgah alıp işe koyuluyor. Ama aldığı tezgahın özelliklerinden habersiz.



ASİL NAKIŞI KURDU
Denteks’ten koptuktan sonra ne yaptınız? Kendi şirketinizi mi kurdunuz?

Denteks’te bir yaprak gibiydim. İngilizce ölçüler geliyor. Ama ustalar ilkokul mezunu. E İngiliz ölçüsü inçi nereden bilecek o usta. Geliyor, şunları yapmam gerekiyor. Sen anlatıyorsun. Çaren yok, başında bekleyemezsin, yapılacak başka işler de var. Evet-hayır kullanmaya başlıyorsunuz. Eve gidip yatarsınız, Bir süre sonra iş aklınıza gelir. Telefonla sorarsın, bin bornoz kesime girmiştir bile. Bir ölçüm, yanlış hesaplama ortaya çıkar. Bu akreditifli mal, zamanında yetiştirmek zorundasınız. Bu tür hatalar sıkıntı yaratıyordu. Büyük firmalarda kontrol eksikliğinden kaynaklanan hatalar nedeniyle büyük bedeller ödendi. Ancak karlılık oranı yüksek olduğundan amorti edildi. Dolayısıyla işin şekli farklılaşmaya başladı.

Ben de 100 çalışanlı bir firma kurmayı düşünmeye başladım. Kız ve erkek kardeşlerimle yola çıktık. Kardeşim Çayçuma Meslek Lisesi’nde öğretmendi, onu getirdim. Ali ve Süleyman İlgeri’nin kısaltmalarından Asil ismini vererek bu tesisi kurduk. Burada çalışmaya başladık. Kolay olmadı. Oturacak bir sandalye, yazı yazacak bir masa, birilerini arayacak telefon yok. Oralardan bugünlere geldik.



Kaç çalışanınız var?

Asil Nakış’ın bugün çalışanı 130 kişi.

İhracat ne kadar?

Yıllık 6-7 milyon dolarlık bir ihracat kapasitesine sahibiz. Dokuma, konfeksiyon ve nakış bölümleriyle üretim yapıyoruz. Krizler yaşaya yaşaya, sıkıntılar çeke çeke bugünlere geldik. Krizleri iyi yöneterek bugünlere ulaştık. Her türlü krize rağmen çalışanlarımızın maaşını zamanında ödedik. 100 milyon dolar ihracat yapıp 1 milyon dolar kazanmaktansa, 4 milyon dolar ihracatla 1 milyon dolar kazanmak… Mühim olan o. Performansımızı daha kaliteli üretime harcıyoruz. Avrupa da öyle müşterilerimiz var ki; mesela bir 252 mağazası olan firmayla 16-17 yıldır çalışıyoruz.

“AMERİKA’DA İHANETE UĞRADIM”
ABD’de bir şirketiniz olmuştu sanıyorum. Devir mi ettiniz, ayrıldınız mı?

Amerika’da depo açtım. 7 yıl oraya gidip geldim. Bu yolculukta iyi insanlarla çalışmak olduğu gibi, kötülere rastlamakta mümkün. Amerika’da para batırmadım ama ihanete uğradım. Birilerinin elinden tuttum, bir yerlere getirdim. Sonra da şirketi bir masa bir kasa yapıp başka bir şirket kurarak işleri oradan yürüttüler.

Konular