ABD’nin yeni yönelimi: Dünya gıda egemenliğini ele geçirme
Önceki krizlerin ardından bilindiği gibi teknoloji, bilgisayar, internet devreye girdi.[6] Kapitalist sistem kendisini bu yeni buluşlarla restore etti. Başka bir deyişle sermaye yeni birikim alanları buldu kendisine ve oralardan beslendi. Kapitalistler yaşadığımız krizden çıkışın karmaşası içinde çıkış yollarından biri olarak gıdanın üzerinde daha fazla egemenlik kurmanın yanında gıdayı sanal dünya içine daha da çekme olacaktır..
Ayrıca kriz öncesi anlatılan, daha fazla kullanılabilmesi için şirketler tarafından yollar ve meşruiyet arayışları sürdürülen nano teknoloji, biogenetik, suyun özelleştirilmesi, agro-yakıtlar, tohumların patentlenmesi gibi yeni sermaye birikim alanlarını gelişmenin gereği diye yaldızlayabilirler. Kapitalistler bu yaldızlarıyla göz kamaştırmada aydınlardan, kimi ekonomist ve solculardan destek de bulabilirler.
Aydınlar, ekonomistler ve kimi solcular tarafından verilecek böylesi bir desteğin, Pentagon öngörüsüne karşı değil, paralellik taşıdığından ona güç katacaktır.
Ergin Yıldızoğlu;[7] “…Pentagon’un “sürekli ve kalıcı bir çatışma dönemine”, “gittikçe artan bir rekabet ortamına” ve “gelişmekte olan ülkelerde bir genç nüfus patlaması” girildiğini saptayan “Orduyu Çağdaşlaştırma Stratejisi 2008” raporunun paradigmasını da bu “çözüm yolu” oluşturuyor. Rapor, önümüzdeki 30–40 yıl boyunca ordunun kaynak savaşlarına (Siz bunu sömürge savaşları olarak okuyabilirsiniz) uygun biçimlerde şekillendirilmesini öngörüyor…” diye aktarıyor.
Yıldızoğlu; Pentagon’un görüşlerine paralel bir başka görüş de şu diyor: “… Prof. Mary Kaldor; “ABD ordusunda 1940’lardan kalma, ancak Vietnam’dan sonra gözden düşen “Küçük Savaşlar” kuramına çok daha yeni bir yaklaşım olan “IV. Kuşak Savaşları” kuramının ışığında geri dönülmeye başladığını aktarıyor. Bu bağlamda işgal edilen yerlerde “halkın kontrolü”, sosyal, ekonomik yaşamın yeniden şekillendirilmesi gibi etkinliklere, diğer bir deyişle kalıcı sömürge yapıları oluşturmaya yönelik stratejilere ilişkin tartışmaların yoğunlaştığı da görülüyor… Kâr oranları düşme eğiliminin yarattığı basınçla, yeni piyasalara, doğal kaynaklara, ucuz emek depolarına ulaşmanın öneminin arttığını, bu bağlamda klasik sömürgeciliğin geri gelmekte olduğunu ileri sürmüştük…”[8]
Pentagon’un yaklaşımını yabana atmamak, üzerinde düşünmek lazımdır. Bu yaklaşım ABD için bir geri çekilme gibi görülse de başka bir yerden gezegeni askeri deyimle kuşatma altına alma harekâtı olarak görülmelidir. Gezegendeki canlılara ihtiyaçları üzerinden egemenlik kurma ki, yoksullar ve emekçilerin üzerindeki gerçek egemenlik olacaktır. Veya çağımızın yeni köleci sistemi böyle gerçekleş(tiril)ecektir. Unutmayalım ki, ABD hâlâ tartışmasız biçimde askeri gücü ve bu gücüyle egemenlik kurabilecek bir ülke.
Pentagonun ABD ve ulusötesi şirketler için altını çizdiği strateji azgelişmiş ülke ve insanları için olduğu kadar gezegenimiz için büyük risk oluşturucudur. Birkaç örnekle açıklamamız gerekirse, birincisi nano teknolojilerin özel sektörün inisiyatifinde kullanılmasının dünya için ve tüm canlılar için ne denli büyük bir tehdit olduğu söylenegeliniyor. Nano teknolojilerin asla devlet denetiminin dışında olmaması ilk elden savunulabilir.
Bir başka konu biyo genetik olayı. Biyo genetik üzerinde ar-ge çalışması yürütenler devletler değil, büyük dev şirketler. Biyo genetik yoluyla tarım ve gıda üzerinde egemenlik kurma doğrultusunda ilerliyor bu dev şirketler. Şirketlerin bu krizi bahane ederek (ondan güç alarak) doğa, insanlar ve yoksullar için ciddi bir tehdit oluşturan ve kalıcı bağımlı bir sömürüyü esas alan biyo genetik konusundaki yol alma viteslerini arttırabilirler. Biyo genetiğin yakın gözetime alınması durdurulamıyorsa bile askıda kalmaları sağlanmalıdır. Mümkünse GDO’ları üreten şirketlerin kontağı kapatılmalıdır.
Çünkü tarımda uygulanan şirket tarımcılığı ve ona ek olarak uygulanmak istenen yer yer de uygulanan GDO’lu üretim verimliliği arttıran değil düşüren bir yolda ilerliyor. Yani gezegenimizi yok etmeye, canlıları da açlığa doğru taşıyan eğik bir düzlemde yol alıyor, GDO’lu üretim.
Tohumların patentlenmesinin yaratacağı bağımlılık yoluyla otomatiğe bağlanacak sömürü, suyun özelleştirilmesi ile ortaya çıkacak olan katlanılması güç sömürü, insan ve hayvanlar için gerekli toprakların yakıt için ayrılmasının neden olacağı sorunlar sadece açlık getirmeyecek, gezegenimizi de yaşanılmaz kılacak.
Şu an dünya üzerinde özelleştirilen su toplam suyun yüzde %5’i civarında. Özelleştirme sonucu elde edilen para dünyadaki tüm petrol cirosunun yarısından fazla. Sudaki baş döndürücü rakam devletleri para selinin önüne katıp etkisizleştirebilir. Bu konuda kimseye ait olmayan suyun kullanma hakkına sahip olan tüm canlılar için insanlar tarafından suyun ticarete konu edilmemesinin savunulması kaçınılamazdır.
Bir otomobilin deposunun bir sefer doldurulabilmesi için agro-yakıta ayrılacak toprak bir insanın bir yıllık gıdasını karşılar. Agro-yakıt üretimine ayrılan topraklar da her geçen zamanda artıyor. Artışın bu hızda sürmesi halinde on yıl sonra parası olan bazı insanların bile gıdaya erişemeyeceği düşünülebilir.
Önümüzdeki süreçte kapitalist sistemin kırılma noktaları, zayıf karnı; agro-yakıt, suyun özeleştirilmesi, tohumun patentlenmesi, tohumun genetiği ile oynanması ve iklim değişikliği. Kısacası aşinası olduğumuz geleneksel emek sömürüsünün yanında gıdaya erişim hakkı ve gezegenimizin devamlılığı dünyadaki insanların ve tüm canlıların sorunu olacak. Bir tarafta büyük şirketler ve hükümetler diğer tarafta üreticiler, tüketiciler, kadınlar, işçiler, gençler ve ekolojistler yer alacak.
Şirketler bu yeni sermaye birikim alanlarına erişmek için yaptıkları ve yapacakları işleri üreticilerin, tüketicilerin, kadınların ve hatta iklim değişikliğinin yararına diye yaldızlamaya çalışacaklar. Yaldızlanacak bu politikalar büyük şirket karşıtlarının ortak mücadelesiyle her fırsatta tırnaklanmaya, yaldızın altındaki gerçekleri görünür kılmaya ihtiyaç olacak.
Ayrıca kriz öncesi anlatılan, daha fazla kullanılabilmesi için şirketler tarafından yollar ve meşruiyet arayışları sürdürülen nano teknoloji, biogenetik, suyun özelleştirilmesi, agro-yakıtlar, tohumların patentlenmesi gibi yeni sermaye birikim alanlarını gelişmenin gereği diye yaldızlayabilirler. Kapitalistler bu yaldızlarıyla göz kamaştırmada aydınlardan, kimi ekonomist ve solculardan destek de bulabilirler.
Aydınlar, ekonomistler ve kimi solcular tarafından verilecek böylesi bir desteğin, Pentagon öngörüsüne karşı değil, paralellik taşıdığından ona güç katacaktır.
Ergin Yıldızoğlu;[7] “…Pentagon’un “sürekli ve kalıcı bir çatışma dönemine”, “gittikçe artan bir rekabet ortamına” ve “gelişmekte olan ülkelerde bir genç nüfus patlaması” girildiğini saptayan “Orduyu Çağdaşlaştırma Stratejisi 2008” raporunun paradigmasını da bu “çözüm yolu” oluşturuyor. Rapor, önümüzdeki 30–40 yıl boyunca ordunun kaynak savaşlarına (Siz bunu sömürge savaşları olarak okuyabilirsiniz) uygun biçimlerde şekillendirilmesini öngörüyor…” diye aktarıyor.
Yıldızoğlu; Pentagon’un görüşlerine paralel bir başka görüş de şu diyor: “… Prof. Mary Kaldor; “ABD ordusunda 1940’lardan kalma, ancak Vietnam’dan sonra gözden düşen “Küçük Savaşlar” kuramına çok daha yeni bir yaklaşım olan “IV. Kuşak Savaşları” kuramının ışığında geri dönülmeye başladığını aktarıyor. Bu bağlamda işgal edilen yerlerde “halkın kontrolü”, sosyal, ekonomik yaşamın yeniden şekillendirilmesi gibi etkinliklere, diğer bir deyişle kalıcı sömürge yapıları oluşturmaya yönelik stratejilere ilişkin tartışmaların yoğunlaştığı da görülüyor… Kâr oranları düşme eğiliminin yarattığı basınçla, yeni piyasalara, doğal kaynaklara, ucuz emek depolarına ulaşmanın öneminin arttığını, bu bağlamda klasik sömürgeciliğin geri gelmekte olduğunu ileri sürmüştük…”[8]
Pentagon’un yaklaşımını yabana atmamak, üzerinde düşünmek lazımdır. Bu yaklaşım ABD için bir geri çekilme gibi görülse de başka bir yerden gezegeni askeri deyimle kuşatma altına alma harekâtı olarak görülmelidir. Gezegendeki canlılara ihtiyaçları üzerinden egemenlik kurma ki, yoksullar ve emekçilerin üzerindeki gerçek egemenlik olacaktır. Veya çağımızın yeni köleci sistemi böyle gerçekleş(tiril)ecektir. Unutmayalım ki, ABD hâlâ tartışmasız biçimde askeri gücü ve bu gücüyle egemenlik kurabilecek bir ülke.
Pentagonun ABD ve ulusötesi şirketler için altını çizdiği strateji azgelişmiş ülke ve insanları için olduğu kadar gezegenimiz için büyük risk oluşturucudur. Birkaç örnekle açıklamamız gerekirse, birincisi nano teknolojilerin özel sektörün inisiyatifinde kullanılmasının dünya için ve tüm canlılar için ne denli büyük bir tehdit olduğu söylenegeliniyor. Nano teknolojilerin asla devlet denetiminin dışında olmaması ilk elden savunulabilir.
Bir başka konu biyo genetik olayı. Biyo genetik üzerinde ar-ge çalışması yürütenler devletler değil, büyük dev şirketler. Biyo genetik yoluyla tarım ve gıda üzerinde egemenlik kurma doğrultusunda ilerliyor bu dev şirketler. Şirketlerin bu krizi bahane ederek (ondan güç alarak) doğa, insanlar ve yoksullar için ciddi bir tehdit oluşturan ve kalıcı bağımlı bir sömürüyü esas alan biyo genetik konusundaki yol alma viteslerini arttırabilirler. Biyo genetiğin yakın gözetime alınması durdurulamıyorsa bile askıda kalmaları sağlanmalıdır. Mümkünse GDO’ları üreten şirketlerin kontağı kapatılmalıdır.
Çünkü tarımda uygulanan şirket tarımcılığı ve ona ek olarak uygulanmak istenen yer yer de uygulanan GDO’lu üretim verimliliği arttıran değil düşüren bir yolda ilerliyor. Yani gezegenimizi yok etmeye, canlıları da açlığa doğru taşıyan eğik bir düzlemde yol alıyor, GDO’lu üretim.
Tohumların patentlenmesinin yaratacağı bağımlılık yoluyla otomatiğe bağlanacak sömürü, suyun özelleştirilmesi ile ortaya çıkacak olan katlanılması güç sömürü, insan ve hayvanlar için gerekli toprakların yakıt için ayrılmasının neden olacağı sorunlar sadece açlık getirmeyecek, gezegenimizi de yaşanılmaz kılacak.
Şu an dünya üzerinde özelleştirilen su toplam suyun yüzde %5’i civarında. Özelleştirme sonucu elde edilen para dünyadaki tüm petrol cirosunun yarısından fazla. Sudaki baş döndürücü rakam devletleri para selinin önüne katıp etkisizleştirebilir. Bu konuda kimseye ait olmayan suyun kullanma hakkına sahip olan tüm canlılar için insanlar tarafından suyun ticarete konu edilmemesinin savunulması kaçınılamazdır.
Bir otomobilin deposunun bir sefer doldurulabilmesi için agro-yakıta ayrılacak toprak bir insanın bir yıllık gıdasını karşılar. Agro-yakıt üretimine ayrılan topraklar da her geçen zamanda artıyor. Artışın bu hızda sürmesi halinde on yıl sonra parası olan bazı insanların bile gıdaya erişemeyeceği düşünülebilir.
Önümüzdeki süreçte kapitalist sistemin kırılma noktaları, zayıf karnı; agro-yakıt, suyun özeleştirilmesi, tohumun patentlenmesi, tohumun genetiği ile oynanması ve iklim değişikliği. Kısacası aşinası olduğumuz geleneksel emek sömürüsünün yanında gıdaya erişim hakkı ve gezegenimizin devamlılığı dünyadaki insanların ve tüm canlıların sorunu olacak. Bir tarafta büyük şirketler ve hükümetler diğer tarafta üreticiler, tüketiciler, kadınlar, işçiler, gençler ve ekolojistler yer alacak.
Şirketler bu yeni sermaye birikim alanlarına erişmek için yaptıkları ve yapacakları işleri üreticilerin, tüketicilerin, kadınların ve hatta iklim değişikliğinin yararına diye yaldızlamaya çalışacaklar. Yaldızlanacak bu politikalar büyük şirket karşıtlarının ortak mücadelesiyle her fırsatta tırnaklanmaya, yaldızın altındaki gerçekleri görünür kılmaya ihtiyaç olacak.
Küresel Kriz Ve Gıda
- KRİZ
- Krizin üstü parayla örtülüyor
- Kriz emekçiler cephesinden sorgulanmaya muhtaç
- Fatura Kime Kesilecek?
- Çalışmayanların çalışanlar üzerindeki parazitleri: Spekülâtörler
- 1929 krizi ile günümüz krizinin çiftçiler açısından ayrılıkları ve aynılıkları
- Kriz, köylüler ve gıda
- Türkiye: Krizin önündeki hazan yaprağı
- ABD’nin yeni yönelimi: Dünya gıda egemenliğini ele geçirme
- Sistemin krizi ve yurttaş tutumu
- Umudu küreselleştirme, mücadeleyi küreselleştirme zamanı